Tarihin derinliklerine doğru!

Sabah saat 08.00’da Hersek bölgesine,  Mostar’a hareket ediyoruz. Rehber Serkan Ünverdi’ın bize tur firması tarafından tahsis edilen otobüs hakkındaki sitemlerini anlayamıyorum. “Ne güzel otobüs işte diyorum. Sanırım Serkan bu markayı takıntı haline getirmiş” diye düşünüyorum.

Otobüsümüz, yeşil ormanlarla örtülü dağlardan, yamaçlardan, vadilerden geçerek ilerliyor. İki il arasında duble yol bulunmuyor. Otobüs dağlık arazi yapısı içerisindeki dar ve virajlı yollarda fazla hız yapamıyor. Bu da işimize yarıyor. Çünkü manzara harikulade…

Bosna ve Hersek’te nereye giderseniz gidin, bir akarsu yolunuzu kesiyor. Buna “akarsuyla yolunuzu buluyorsunuz”de denilebilir. Mostar yolculuğunda yol boyunca kıvrılarak akan Neretva ırmağının akışına eşlik ediyoruz. Alpleri yararak Mostar’a ulaşan Neretva, “Bin akınlarda dev ordular yenen” Osmanlıyı aklımıza getiriyor.  Bu geçit vermeyen ırmak ve dağları nasıl aşarak buralara kadar geldiler? Ve kim bilir kaç tanesi ilahi kelimetullah adına bu dağlarda can verdi? Ve yine kim bilir kaç tanesi Neretva ve diğer Bosna ırmaklarını geçerken suya kapıldı?


 


Bir süre sonra kendimizi Konjiç şehrinde buluyoruz. Nüfusu çevre köylerle birlikte yaklaşık 50 bin olan bu güzel beldede bulunan Konjiç köprüsü tarihi bir misyon üstleniyor.  Köprü, Sultan IV. Mehmet tarafından 1682'de inşa ettirilmiş.  82 metre uzunluğundaki köprü, II. Dünya Savaşı'nda tahrip edilmiş.  Tito dönemi Yugoslavya'sında da üzerine beton dökülerek araç trafiğine açılan köprü, tarihi görünümünden uzaklaştığından Türkiye tarafından aslına uygun bir şekilde restore edilmiş.  Türkiye İşbirliği ve Kalkınma Ajansı TİKA tarafından restore edilen köprü 16 Haziran 2009’da yeniden hizmete girmiş . Köprü üzerinden nehir ve kent görüntüsü muhteşem. Yanı başındaki çeşmenin soğuk suyundan içtikten sonra yeniden yollardayız.
 


Nazlı nazlı akan Neretva, çevresine de can veriyor. Etrafındaki dar ovalarda az da olsa tarımla uğraşan çiftçiler görüyoruz. Irmağın bir tarafından bol virajlı karayolu diğer tarafından bol tünelli demiryolu mevcut. Hem demiryolu hem de karayolu zaman zaman yol vermeyen yamaçlarda mecburi köprülerle karşıya atlıyor.  Irmak, bir miktar yolculuktan sonra yerini baraj göletine bırakıyor. Az önce nazlı nazlı akan akarsuyun yerinde şimdi durgun bir göl var artık. Rengini buraya akınlara gelen ecdadımızdan almış olmalı ki, gözleri dinlendiren bir Türkuaz denizi adeta. Göl türkuaz, vadi yeşil ve gök mavi. Bir rüya âleminde gibiyiz. Bitmesini istemediğimiz bir yolculuk rüyası…

Otobüsümüz yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra bir dinlenme tesisinde duruyor. Çay- kahve molası. 31 kişilik gruptan hiç birimiz önceliği çay veya kahveye vermiyoruz. Hepimizin elinde fotoğraf makineleri, bir daha başka yerde bulamayacağımız manzaraları ölümsüzleştiriyoruz. Onlarca karelik fotoğraflarda farklı açılardan farklı enstantaneler yakalamaya çalışıyoruz. Nice zaman sonra garsonların gösterdiği kameriyelere oturmak aklımıza geliyor. Benzeri zor bulunur manzaraların doyumsuz hazzı eşliğinde çay ve kahvelerimizi yudumluyoruz. Rehberlerimiz Serkan Ünverdi ve İsmail Hakkı Kılınç’ın “mola bitti” uyarılarını duymak işimize gelmiyor. Oyalanmaya çalışıyoruz.  Ama sonuçta gitmemiz gerekiyor. Daha görülmesi gereken çok güzellik var. Yeniden başlıyor yolculuğumuz. Artık saat tutmuyoruz. Baraj gölünün kenarında, kıvrıla kıvrıla uzanan yoldan 50’yi bulmayan otobüs hızıyla ilerlerken, gölün kenarındaki balık kafesleri dikkatimizi çekiyor. Buz gibi bu suda yetişen balıkların lezzetini düşünüyoruz. Ama neyse ki, programımızda Alperenler tekkesi kenarında ala balık ziyafeti var.
 

 

 

AVRUPA’DA BİR ERMİŞ-SARI SALTUK

 

Mostarı yüksek yamaçtan geçen cevre yoluyla geçip Alperenler Tekesine varıyoruz. Alperenler Tekkesi, Mostar’a 20 kilometre uzaklıktaki Balagay’da bulunuyor. Bundan dolayı Balagay tekkesi olarak da biliniyor burası. Tekke Neratva nehrinin kıyısına yapılmış.  230 kilometre uzunluğundaki Neratva nehrinin 22 kilometrelik bölümü Hırvatistan tarafından yer alıyor. Nehir Adriyatik’e dökülüyor.
 

 


Bu bölgenin en büyük nehri olan Neratva, Dinar Alplerinin kayalık eteğinden çıkıp, Mostar’ı geçerek verimli Mostar topraklarına can vermekte... İşte böyle önemli bir yere otağını kuran Ahmet Yesevi’nin talebelerinden Sarı Saltuk 13. yüzyılda Anadolu’dan gelerek buraya yerleşmiş ve tebliğ vazifesine başlamış.  Keramet ehli veli bir zat olan Sarı Saltuk güzel ahlakı ve Muhammed-i Tebliği Yöntemiyle bölge halkı üzerinde derin izler bırakmış. Fatih Sultan Mehmet’in Bosna ve Hersek’i fethi sırasında Balgay bölgesinde 50 bin Müslüman bulunduğu rivayet edilmekte... Ahmet Yesevi’nin özel görevlendirilmesiyle önce Anadolu’ya Hacı Bektaş’a gelen Sarı Saltuk(Muhammed Buhari olarak da bilinmektedir) oradan da Balkanlara geçmiş ve İslamın Avrupa’ya yerleşmesinde büyük rol oynamış.  Bir Türkmen ereni olan Sarı Saltuk, sadece Bosna ve Hersek’de değil, tüm balkanlarda tanınan bir maneviyat büyüğü. Bu özelliğinden dolayı herkes ona sahip çıkmış ve Balagay ile birlikte 13 yerde daha kabri bulunmakta. Ama tarihsel gerçekler Sarı Saltuk’un Romanya’nın  kuzeyinde Dobruca bölgesindeki Babadag kasabasında metfun olduğunu gösteriyor. Sarı Saltuk’un edebiyâtımızda da mühim bir yeri bulunuyor. Hayatı destani şekilde de olsa Saltuknâme adındaki eserde geniş olarak ele alınmakta. Evlaya Çelebi de Seyahatname’sinde bu Türkmen Ereninden genişçe bahsetmektedir.

Irmak kaynağının kenarında bulunan tekkeye saygı, minnet ve şükran duygularıyla giriyoruz. Avlulu ve iki katlı tekke adeta bir müze hüviyetinde. İçerideki odaların birinde Fatih Sultan Mehmed’in  bu bölgeyi fethederken, “herkesin can ve mal güvenliğinin teminat altında olduğunu” beyan eden fermanı bulunmakta. Vakit geldiğinden cemaatle öğle namazını burada eda ediyoruz.
Kadiri ve Nakşi dervişlerinin sık aralıklarla sohbet ve zikir meclisleri kurdukları bu dergahta Miraç Kandili günü de böyle bir program yapıldı. Ancak Kandil günü biz Sarayova’da bulunduğumuzdan katılamadık. Bosna ve Hersek’de türbeler, tekkeler, zaviyeler, medreseler açık. Buraya gelenler Osmanlı’nın bu güzel kurumlarını işler şekilde görebiliyor.

Alp Dağlarındaki karların erir erimez aktığı bu su kaynağının kenarındaki serin tekkeden gitmek istemiyoruz. Manevi havanın oluşturduğu hoşluk hepimizi tarihi derinliklere götürüyor. Yeniden ellerimizi semaya kaldırıp hizmeti geçen herkese fatihalar, dualar gönderiyoruz. Onlar olmasaydı, evet onlar olmasaydı, binlerce kilometre uzaklardan gelip, İslam’ı seçerek Diyar-ı Rum’u kendisine vatan edinen biz Türkler rahat bir şekilde Anadolu’da kalabilecek miydik acaba? Yaşadıkları dönemde olduğu gibi bugün de birer uç karakolu görevi yapıyorlar onlar. Kurdukları müesseseler ilk günkü görkeminde olmasa da hizmet üretmeye devam ediyor. Mezar taşlarıyla dahi olsa, buraların tapularının İslam Türk toplumuna ait olduğunu belgeliyorlar. Ve hala manevi iklimleriyle bölge halklarına ışık tutuyorlar.