Boşnaklar neden Müslüman oldular?

 

Hıristiyan dünyanın ortasında İslam’ı din olarak seçin Boşnakların Hıristiyanlıktan İslam’a geçmeleri de çok ilginç. Boşnakların dini inançları oldukça sıra dışı… 7. Yüzyıldan itibaren bugün yaşadıkları coğrafyaya gelen Boşnaklar, 11.yüzyılda Hıristiyanlaştılar. Ancak dönemin resmi Hıristiyanlık inancına son derece ters düşen ve Papa tarafından Heretik yani sapkın ilan edilen bir mezhebi benimsediler. Bu mezhep, kendisine “Tanrı tarafından sevilen” yani “Bogomil” denilen bir rahip tarafından kurulmuştu…

Geleneksel Hıristiyan öğretiyle pek çok noktada ters düşüyordu bu mezhep. Bogomil mezhebini benimseyenler Hz. İsa’nın çarmıha gerilmediğine inanıyorlar ve bu nedenle de haçı kutsal kabul etmiyorlardı.

Ayrıca vaftizi ve Hıristiyanlığın en temel ritüeli olan ekmek ve şarap ayinine de karşıydılar. Bu da yetmezmiş gibi, baba-oğul-kutsal ruh üçlemesini, dolayısıyla da Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu kökten reddedip, “O da bizim gibi insan” diyorlardı…

İşte bu nedenlerle Ortodoks ve Katolik Hıristiyanlar tarafından büyük baskı görüyorlardı… Hatta, Bosna Krallığı ve prensliklerine Papa tarafından iki kez Haçlı ordusu gönderildi. Boşnaklar kıyımdan kurtulmak için din değiştirdiklerini söyledilerse de, fırsatını bulduklarında yeniden eski inanışlarına geri döndüler.  
Bosna’ya gelen öncü Horasan Erenleri, karşılarında Müslümanlığa çok yakın bir inanç sistemini yaşayan Boşnak halkıyla karşılaştılar… Özellikle Bektaşi dervişler, halka Müslümanlığı sevdirdiler.
Yıllarca, Bogomil oldukları için katliama uğrayan ve Hıristiyan dünyasından nefret ederek kendilerini ayrı bir yere koyan Boşnaklar, Osmanlı döneminde hızla Müslümanlaştılar…

Bunda Bosna’yı Fetheden Fatih Sultan Mehmet’in yayımladığı İnsan Hakları odaklı ferman namesi ve Bosnalı Bogomillere hoşgörülü davranıp onlara devlet hizmetinde yer vermesi etkili oldu. Adeta bir İnsan Hakları Beyannamesi hükmündeki Fatih Sultan Mehmet Fermanı bugün hala Bosna ve Hersek Cumhuriyeti’nin birçok resmi ve özel müessesinde asılı bulunuyor.

 

Büyük Fatih şöyle diyor;

Ben Fatih Sultan Han!
Bütün dünyaya ilan ediyorum ki; kendilerine bu padişah fermanı verilen Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır ve emrediyorum:
Hiç kimse ne bu adı geçen insanları, ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. Devletimde huzur içerisinde yaşasınlar.
Ve bu göçmen durumuna düşen insanlar, özgür ve güvenlik içerisinde yaşasınlar. Devletimdeki tüm memleketlere dönüp korkusuzca kendi manastırlarına yerleşsinler.
Ne padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkârlarımdan, ne de devletin vatandaşlarından hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir.
Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın.

 

Hatta bu insanlar başka ülkelerden devletime birisini getirirse onlar da aynı haklara sahiptir.
Bu padişah fermanını ilan ederek, burada, yerlerin ve göklerin yaratıcısı ve efendisi Allah (c.c.), Allah’ın yüce elçisi aziz peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) ve yüz yirmi dört bin peygamber ile, kuşandığım bu kılıç adına yemin ediyorum ki; emrime uyarak bana sadık kaldıkları sürece teb’amdan hiç kimse bu fermanda yazılanların aksini yapmayacaktır.


Bogomillerin bir diğer adı da Pataren’di… Devşirme olarak alınan çocuklara Pataren’den dolayı Poturoğulları denildi…


Poturoğulları, zamanla Osmanlı ordusunda, sarayda ve devlet hizmetinde önemli görevler aldılar… Ayrıca Müslüman Boşnaklar, Osmanlının kuzeybatı hududunu yalnız başına savundular…
Bosna eyaleti Osmanlı idari sisteminde isyanların yaşanmadığı bir vilayet özelliğini taşıdı yüzyıllar boyunca…

 

 

AVRUPA’NIN ORTASINDA TAM BİR SOYKIRIM

Yugoslavya’nın parçalanmasının ardından Askeri gücün tamamına yakın bölümünü elinde bulunduran Sırplar, Bosna ve Hersek’i kendi topraklarına katmak üzere 1992 baharında bu bölgeye savaş açtılar.(1 Mart 1992)  Güçlü Sırp Ordusu’nun hedefi birkaç ay içerisinde tam bir oldu bittiye getirerek Bosna Hersek’i ilhak etmekti. Ancak işler istedikleri gibi gitmedi. Ellerinde kendilerini savunacak silahları ve düzenli orduları bulunmayan Boşnaklar topraklarını canları pahasına savundular.

Bosna destanının mimarı ise Aliya İzetbegoviç oldu. 70 yaşlarındaki Bilge Kral, (Kendisi Kral kelimesini sevmiyor) savunmasız bir topluluktan, dünyanın en dirençli ordusunu oluşturdu.
Sırplar ve Hırvatlar, 4 yıla yakın süren savaşta dünyanın o güne kadar şahit olmadığı her türlü zulmü uyguladılar. Köy, kasaba ve şehirleri basarak toplu katliamlar yaptılar. Çocuk-yaşlı, erkek- kadın demeden onbinlerce insanı kurşuna dizdiler, yaktılar, benzeri görülmemiş biçimlerde katlettiler. Müslümanların tüm mallarını talan ettiler, yaktılar, yıktılar.  14 Aralık 1995’de biten savaşın bilânçosu Müslümanlar açısından çok ağır oldu. Yüz binin üzerinde şehit, kırk bin civarında kayıp, sayıları bilinemeyecek miktarda yaralı ve binlerce dağılmış aile, bir o kadar tecavüze uğramış kadın.

 

 

 

Sırplar ve Hırvatlar, Osmanlı’nın bölgedeki izlerini tamamen ortada kaldırmak amacıyla kültür hayatını da bitirmeye kararlıydılar. Bunun için Osmanlı arşivlerinin de bulunduğu, Sarayova Devlet Kütüphanesini ateşe verdiler. Tarihi delil olabilecek her türlü eseri yok ettiler.

Savaş 14 Aralık 1995’de sona erdi ancak travmaları hala devam ediyor. Tecavüze uğrayan kadınlardan bir çoğu intihar ederken, bir çoğu ruhsal hastalıklarla boğuştu. Savaşın psikolojik uzantısı savaşı görenler yaşadıkça bitmeyeceğe benziyor. Bosna’da bu tecavüzlerden doğan ve bu günlerde yaşları 15-20 arası olan çocukların halleri ise içler acısı. Yaşamları kendilerine zehir olan bu çocuklar, yaşamakla ölüm arasında bir hayata mahkûm gibiler.

 

Sırpların amacı sadece Bosna topraklarını almak değildi elbette. Sırplar savaş boyunca yaptıkları katliamlarla bölgedeki tüm Müslüman unsurları yok etmek istediler. Sözde medeni batı ise sesiz kalarak katliama ortak oldu. Kelimenin tam anlamıyla Müslüman Boşnaklar dört yıl boyunca son haçlı seferlerine karşı koydular. Ama haçlı orduları bir kez daha başarıya ulaşamadı. Aliya komutasındaki Müslümanlar yeni bir destan yazdılar, Müslüman toprakların bu en uç noktasında…

Dünyanın 6. büyük, Avrupa’nın 4. büyük ordusunun tüm asker,  silah ve mühimmatını elinde bulunduran  Sırp ve Hırvatlar; Müslüman Boşnakların direncini kıramayacağını anlayınca barışa razı olmak zorunda kaldılar. 

Bosna’daki katliamlar, inancı ne olursa olsun akıl sahibi herkesin vicdanını kanatmıştır. Srebrenica çevresindeki ilk toplu mezarları ortaya çıkararak Pulitzer Ödülü kazanan Amerikalı gazeteci David Rohde de vicdanı kanayanlardan biridir. Rohde: “Uluslararası camia taraflı bir şekilde binlerce insanı silahsızlandırmış ve sonra da onları en azgın düşmanlarına teslim etmiştir. Srebrenica, uluslararası camianın felaketin uzağında durduğu bir durum değildir. Aksine, uluslararası camianın eylemleri katilleri cesaretlendirmiş, onlara yardım etmiş ve işlerini kolaylaştırmıştır. Srebrenica’nın düşmesi gerçekte olması gereken bir durum değildi. Binlerce iskeletin Doğu Bosna’da oraya buraya saçılmasına hiç gerek yoktu. Binlerce Müslüman Bosnalı çocuğun Sırplar tarafından boğazlanmış babalarının, dedelerinin, amcalarının ve kardeşlerinin hikayesi ile büyümesine hiç gerek yoktu” demiştir.